2 Aralık 2011 Cuma

Ben , yazma isteğiyle dolan ama bir türlü fırsat bulamayan.

Yaşadığını Unutmak Bazen. Bilirsin..

Şu aralar hayat çok okula gidip gelmek. İnsanların hoşlanmadığınız tarzda konuşmalarına, hoşlanmadığınız şeyleri
yapmalarına katlanmak. Gülümsemek belki. İçten içe yalnız kalmak.

Şu aralar hayat çok ''sakin ol. derin nefes al. içinden 10'a kadar say''

Düzene ayak uyduramamak. Hergün deli insanlarla dolu otobüslere binmek. O otobüslerde uyuyakalmak.
Vapura binmek bazen. Denizin kokusunu içine çekmek. Düşünmek sonra neyi, neden, kimin için yaptığını.

Umursamamak sonra. Boşvermek. Göz kapaklarının kendiliğinden düşmesi.

Şu aralar Mabel Matiz belki de. Kendini boşlukta hissetmek.Pakette kalan son sigarayı yakmak.

Sonra yavru kedileri sevmek mesela. Bazen kaldırım çizgilerine basmadan yürümeye çalışmak.

Ufak şeyler bazen. Mutlu olmak için. İnsanlar değil mutlu eden çünkü.

Ağlamak bazen. Bir nedeni olmasına gerek yok. Rahatlamak için ağlamak.

Film izleyememek daha çok, yanında gülecek veya ağlayacak biri olmadığı için izleyememek.

Olmadık yerlerde uyuyakalmak bazen. Sıkılmak, saate bakmak, kahve içmek.

Nefes alırken ölmek bazen, her şeyin herkesin farkında olan ama hiç bir şeyin hiç kimsenin farketmediği.

Her gün saat 7'de uyanıp ''Güçlüsün, korkma'' diyebilmek.

Tüm bunlara rağmen yaşayabilmek hala. Apar topar hazırlanıp otobüse yetişebilmek.

Yine saymak içinden yeni güne başlayabilmek için ''derin nefes al. 1,2,3,4..''

13 Kasım 2011 Pazar

Hiç Bir Şey Senden Eski Değil

   Sonra bir otobüse binersin. Otobüs senin kaçtığın şehre geri götürsün diye... Kuzu kuzu binersin o otobüse... Ayakların, geri çeker sanki seni... Beynin ise başka yere...
   Sonra bindiğin otobüs, gecenin bir saatinde mola verir. Otobüsün mola verdiği yerin hemen yakınında, sislere gömülmüş bir orman vardır. Bir an ormana doğru koşmak, içinde kaybolmak istersin. Ama yapmazsın... Otobüs yolcularını geri toplarken, sislere gömülmüş ormanda kalı düşlerin. Bir an kalbin çok acır. Bundan böyle hayatındaki her şeyin aynı olacağını düşünürsün.
   Çünkü nereye gidersen git, elbet bir gün dönersin. Gittiğin yerde seni kimse tanıyamaz; döndüğün yerde de ya eksik sevilmişsindir ya da yanlış... Bırak, bırak biraz daha uyusun içindeki yabancı. Şehre daha çok var...
Diyor Cezmi..

6 Kasım 2011 Pazar

Küçük Biz'i Çok Özledim

Bir günün geleceğini ve benim de 'Bizim zamanımızda..' diye başlayan cümleler kurabileceğimi hiç tahmin etmezdim ama, doğruyu söylemek gerekirse küçük bizi çok özledim. Dünyanın en şanslı küçükleriydik biz, şimdiki küçükler adına çok üzgün hissediyorum.

Bizim zamanımızda bayramlar muhteşemdi.

Bayramdan birkaç gün önce annemiz bizi elimizden tutar, bayramlık alışverişine çıkarırdı. Cicili bicili birer kıyafet alır, sonra heyecanla beklemeye başlardık. Acaba kendimizle yakın yaştaki kuzenlerimiz, yeğenlerimiz ne giyecek, acaba en güzel elbise benimki mi yoksa başkasının elbisesini kendiminkinden daha çok beğenecek miyim diye heyecanla beklemeye.

Biz beklerken, annelerimiz mutfağı mis gibi kokutmaya başlardı. Sarmalar mı sarılmazdı, börekler mi açılmazdı, ve mis gibi tatlılar. Bayram telaşıyla günlerce süren temizliğin steril kokusu mutfakta yoğunlaşan yemek kokularına karışır, değişik huzurlu bir atmosfer yaratırdı biz çocuklara. Huzurlu bir telaştı o, hatırlıyorum.

Ailemizin bayramlaşmaya gelen çocuklara vermek için aldığı çikolatalardan ve şekerlerden aşırırdık. Ben en çok içi vişne dolgulu olan yumuşak şekerlerden severdim, Yağmur için de ondan saklardım cebime hep. Cebimde ısınır, yavşar ve vıcığı çıkardı; o halde Yağmur'a uzatırdım. Bazen yarısını ısırır geri kalanını bana verirdi. Yarım şekerle mutlu olurduk tüm gün sonra. Hatırlıyorum.

Camın önünde dikilip kesilen hayvanlara bakarak 'Acaba anneleri üzülmüş müdür? Yavruları ağlamış mıdır?' diye düşünen tek çocuk olmadığımı da biliyorum. Kurbanlıkların satın alınıp bahçeye bağlandığı zamanlarda bakkala filan giderken ödüm kopardı koyunlarla göz göze gelmekten, göz göze gelince üzülürdüm. 'Yediğin etler de hep o hayvanların etleri ama annem..' derdi annem, yediğim etlerle hiç göz göze gelmedim ki diye düşünürdüm.

Babaannemlerde yenilen öğle yemeğinde, dedem 'Sarı kola içer misiniz çocuklar?' diye sorardı. İçimden kıkırdardım, sevinirdim de. Akşam yemeği için anneannemde toplanıldığında, biriktirdiğim bayram hasılatını kuzenlerimle ve kardeşlerimle yarıştırırdım. En çok parayı hep babam verirdi. Keyiflenirdim. [İnanır mısınız bilmem ama babam bana hala bayram harçlığı veriyor, hem de en çok!]

'Aman eve misafir gelir, bizi bulamaz.' diye kısa sürerdi herkesin bayram ziyareti. Şehir dışından bile akraba gelirdi bayramlaşmaya, hatırlıyorum. Artık gelmiyorlar. Artık şeker için kapıyı çalan çocuklara evde yokmuşuz taklidi yapıyoruz, hatta toplumumuzdan bazı hayvanlar o çocuklara tecavüz ediyor, öldürüyor.

Hala küçük bir çocuk olsaydım mesela, bu gece heyecandan uyuyamazdım. Şimdi yarına 'Oh, okul yok iş yok güç yok, öğlene kadar uyu!' gözüyle bakıyorum. Bu çok acı.

Bayramlar asıl amaçlarını unuttu, o amaçlara ulaşamaya ulaşamaya. Hani sevdiklerimizle bir araya gelirdik, uzun süre görmediğimiz akrabalarımızı görür keyifli sohbetler ederdik, küsler barışırdı, çocuklar sevindirilirdi. Şeker komasına giresiye tatlı ve çikolata yerdik.

Çok özlüyorum ben o şekerli günleri, ne denebilir ki..
Yine de 'keşke büyümeseydim' dedikten hemen sonra, 'iyiki o zamanlarda çocukmuşum da büyümüşüm.' diye düzeltiyorum kendimi. Şimdiki çocuklar, onlar gerçekten çok şanssızlar.
Biz en azından bayramlarda çok mutluyduk.
Diyor Selcandy

5 Kasım 2011 Cumartesi

Hoşça Kal..

Kapalı bir kutusun.Aslında kötü bir inan olmadığını anlamam için epeyce zaman geçti.Önceleri herkesin sana göre davranmasını isteyen bir insan olduğunu sanmıştım.Bundan biraz farklı ve biraz daha iyisin.Ne var ki, Abt değil. O kötü bir 'hasta' olarak nitelendirilebilir.
  Belki onun da üzerinde daha çok düşünülmesi gerekir.
Onun için biraz daha çaba sarf edilmeyi isterdim.Hayır, yanlış olan bir şey var. Hem sonra sizler birbirinizin varlığıyla bir ömür boyu kendinize yetecek bir doygunluk duyabiliyorsunuz. Diğer herkesi dışınızda tutuyorsunuz.Kırıcı oluyor bu, örneğin benim gibiler için.
   O halde neden aramızdasın?
Bilmiyorum. Sanırım bu yaşantınızı sürdürüşünüzü izlemek ilginç geliyor bana.
   Oh, anlıyorum.
Sen sordun.
    Hiçbir şey yok bunda, Jack.Hoşça kal. 'Elimi uzattım; bir anlık şaşkınlıktan sonra'
( belki buruk, alaylı bir şaşkınlık denebilirdi buna) elimi sıktı.

Hoşça kal, Joseph.

30 Ekim 2011 Pazar

Odamdan çıkmak için bir neden bulamam konusunda çok istekliyim ama sadece bir istek olarak kalıyor.Bu bir kural halinde.Tekrar içeri girdiğimde hemen bir neden aramaya koyuluyorum.Dışarı çıktığımda ise uzağa gitmiyorum.Ortalama 2 blok kadar bir çember içinde dolaşıp dönüyorum.Sürekli olarak da tanıdık biriyle karşılaşacağımdan ve şaşkınlıkla bana sorular yönelteceklerinden korkuyorum.Kente inmekten kaçınıyorum.İnmekten kaçınıyorum.İnmek zorunda kaldığım zamanlarda da belli sokaklardan özellikle geçmiyorum.Sanırım okul günlerimden kalma bir duyguyla günün ortasında boş ve tembel tembel sokaklarda gezinmek aykırı geliyor bana.Ama hayat kentte var yaşadığım yer şehirden biraz uzakta...

22 Ekim 2011 Cumartesi

Küçük Prens Dedi Ki

“Evet, güzelsiniz. Ama boşsunuz. Sizin için kimse yaşamını feda etmez. Yoldan geçen herhangi biri, benim gülümün de size benzediğini söyleyebilir. Ama benim gülüm sizin her birinizden çok daha önemlidir. Çünkü ben onu suladım. Ve onu camdan bir korunakla korudum. Önüne bir perde gererek rüzgarın onu üşütmesini engelledim. Tırtılları onun için öldürdüm ama birkaç tanesini kelebek olmaları için bıraktım. Onun şikayetlerini ve övünmelerini dinledim. Ve bazen de suskunluklarına katlandım. Çünkü o benim gülüm.” 

3 Ekim 2011 Pazartesi


her yeri tırmalıyorum
duvarları, yatağımın daha yeni değişmiş nevresimini, avuçlarımın içini.
tırnaklarımı yememin üzerinden bir hafta geçti mi bilmiyorum.
alışmışım galiba hayatımı haftalara sığdırmaya.
sana bir şeyler anlatmaya çalışmadığım her dakika garipleştiğimi hissediyorum.
yani bu, sen değilsen, içimdeki bu his.
başka ne olabilir ki?
çok alakasız bir başka adamın kokusunu duyuyorum, sonra burnumdan onu da siliyorum,
tekrar hatırlamamak üzere.
- müziği sen mi kapattın?
bu gece oturup sıkıntıdan yıldızları sayıyorum.
kötü alışkanlıklarımın arasında sigaranın olmamasına şaşırıyorum.
sanırım hala biraz küçüğüm.
- biraz mı?
kendime yaptıklarımın hesabını vermeye çalışmıyorum.
bunu yapamayacağımdan eminim, ben kendimi tanıyorum.
kendimi tanıdığımı düşünüyorum.
ya da mesela bu gece kendimi tanıyarak büyüyorum.
hayatımdaki -bu gece-lerin anlamını ben de anlayamıyorum.
ağlıyorum.
bacaklarım uyuşuyor.
aynı şekilde uzun süre oturmaya dayanamıyorum.
aynı cümle üzerinde uzun süre kafa yoramıyorum.
uzun kelimelerden hoşlanmıyorum,
ve kafamdaki bu harflerle güzel paragraflar oluşturamıyorum.
gün doğmak üzere, hala uyumadım.
bu gece uyumayı denemiyorum.
kaçıncı yıldızda kaldığımı unuttum.
benim için sadece üç yıldız vardı.
ortadaki, soldaki ve sağdaki.
bir adamın kafasından kendi adımı bulup çıkartıyorum.
onu hırpalıyorum, ona zarar veriyorum ve bunu yaparken galiba mutlu oluyorum.
hayır.
onu hırpalarken değil, onu severken mutlu oluyorum.
bir adam var ve onun hakkında onu sevmek dışında bir şeyler düşünmediğim sürece,
o adama aşık oluyorum.
bu küçücük odanın içinde gittikçe daha da küçülüyorum.
elim kolum bağlı, hiç bir şey yapamadan durmayı seviyorum,
en azından çektiğim acıdan haz alabiliyorum.
- bazen.
kendimi tanıdığımı düşünüyorum,
bu gece kendimi kendime tanıttığımı düşünüyorum.
nevresimi tırmalıyorum
ve bu gece uyumayı denemiyorum.

2 Ekim 2011 Pazar

Gelme


şarkı

bilmiyorum. artık hayatım sadece ''bilmiyorum'' lafından ibaret.

bazen diyorum ki ''neden böyleyim''

-bilmiyorum

yalnızlığımın bu kadar derine işlemesini anlayamıyorum

çok mu çirkinim çok mu kötü biriyim çok mu iticiyim.

-bilmiyorum

tek istediğim sadece yaşadıklarımın cevabını verebilecek biri.

yok. ''neden?'' diye soruyorum kendime hiç bir cevap veremiyor yalnızlığım.oda bilmiyor çünkü.

yazmaya başlıyorum bende. yarı da kalıyor, olmuyor.

kelimeler yetersiz kalıyor. bunları anlatmam için bir kelimem bile yok.

sonra diyorum ki ''bir gün senin de güvenebileceğin bir adam çıkacak karşına''

bir gün? hangi gün? o gün ne zaman gelicek? hangi adam bana yardım edecek? hangi adam mutlu olmamı sağlayacak?

-bilmiyorum.

sonra eskiyi hatırlıyorum. ne kadar çok hata yaptığımı hatırlıyorum.

birden kendimden nefret ediyorum. kaybetmemem gereken insanları kaybetmişim.

yalnızlığımın derin olması buna bağlı belki de. bazen insanlardan o kadar soyutlanıyorum ki yüzlerine bakamıyorum.

hayal kuruyorum. mutlu olduğumu, aşık olduğumu. yapamayacağımı anlıyorum. çünkü birine bağlanmak bana göre değil.

her zaman kaçıyorum. yapabildiğim tek şey kaçabilmek.

gelme diyorum sonra. ''gelme çünkü ben seni hakketmiyorum'' gelme çünkü seni incitmek istemiyorum.

hoş, gelmiyor ya oda. gelmeyecek.

cevap vermiyor yine yalnızlığım. veremiyor.

üzülüyorum. ''belki'' diyorum ''belki bir gün...''

ama biliyorum ki o ''bir gün'' asla gelmeyecek.

ve tekrar nefret ediyorum kendimden. ne mutlu olabildiğim ne de birini mutlu edemediğim için.

gelme diyorum tekrar. gelme, o kadar yalnızım ki eğer gelirsen seni üzerim.

sana zarar vermek istemiyorum.

artık kendimden nefret etmek istemiyorum.

''gelme''

30 Eylül 2011 Cuma

‎”…hiçbiri benden özür dilemedi; biri bile. ne öyle duygusuzca içime girdikleri için, ne bütün o sancıları çekmeme ve bundan utanç duymama neden oldukları için, ne de benimle alay edercesine bu kadar uzun bir süre ve bu kadar aptalca yalanlar söyledikleri için. bu yaptıkları için onları bağışlamamı hiçbir zaman istemediler benden; ben de onları hiçbir zaman bağışlamadım.
Joanne Greenberg/Sana Gül Bahçesi Vadetmedim

24 Eylül 2011 Cumartesi


hayat garip. bazen bir insan oluyor seviyorsun sonra gidiyor.
acı çeken taraf her zaman sen oluyorsun. asla o olmuyor.
neden her zaman daha çok seven üzülüyor.
oysa ki sevmek duyguların en temizi en safı değil miydi?
ah pardon zaten her zaman daha çok seven üzülür. iyi insanlar hep üzülür iyi insanlar mutlu olamaz.
-kötü bir insan ol o zaman..
aslında insanlar sadece fazla önyargılı iyi veya kötü olarak ayıramayız.
en azından onları tanımadan.
insanları tanıdıkça onları seveceğin bi yanları olduklarını göreceksin. işte aşk bundan ibaret sadece birini,
yaptığı tüm hareketlerini, mimiklerini, iyi veya kötü taraflarını seversin. ilk başta o en çok sevdiğin kişiyken daha sonra
en nefret ettiğin olur. Uyuşturucu gibi bazen. beynin o kadar ilkelleşir ki aşık olduğunda sen bunu fark edemezsin
uyuşturu gibi aşk ilk başlarda sana mutluluk verir ama etkisi geçtiğinde onsuz yaşayamayacağını anlarsın.
bağlılık bu aslında. ihtiyaç meselesi yalnız kalamama duygusu.
eğer birini gerçekten sevdiysen unutamazsın.
unutmakla aklından, hayatından çıkarmak farklıdır çünkü.
eğer birini gerçekten sevdiysen unutamazsın.
her gün içini parçalar en ufak bir şeyden bile aklına gelebilir.
eğer birini gerçekten sevdiysen unutamazsın
hayatın boyunca nereye gidersen git onu da yanında götürürsün.

13 Eylül 2011 Salı

EVET BİRİNİ TANIDIM VE HAYATIM DEĞİŞTİ


bugün bütün hayatım boyunca yaşadığım şeylerin koca bir hiçten ibaret olduğunu anlamamı sağlayan bir kızla tanıştım. bu kızla uzun zamandır internetten konuşuyorduk çalıştığı için daha önce hiç görüşemedik ilk defa birbirimize zaman ayırabildik..
kız küçükken annesini kaybediyor. 18 yaşına kadar babasıyla yaşıyor. babası sahiplenemiyor bunu kız bir çocuğa aşık oluyor uzun sürmeyen bi ilişkileri olmuş çocukla.. çocuk kızdan yaşça büyükmüş. bir gün kızı evine çağırıyor hastayım diye kız çok telaşlanıp hemen gidiyor istemediği şeyler yaşıyor çocukla çocuk saldırıyor kıza engel olamıyor oda. 
bakireliğini böyle kaybediyor kız uzun zaman kendine gelemiyor. daha sonra bir adamla tanışıyor sevgili oluyolar kız istanbula geliyor okumaya birlikte yaşıyorlar uzun zaman. daha sonra öğreniyor ki hamile. hemen bu adamı arıyor. adam hallederiz diyip kapıyor telefonu kız kendini çok kötü hissetmeye başlıyor. akşam üzeri adam eve geliyor bir randevu ayarladım yarın git kürtaj ol diyor kıza. kız benimle gelmeni istiyorum diyor adam gitmiyor. sabah oluyor kız gidiyor kürtaj oluyor uzun zaman ağrıları oluyor. kürtaj olduğu yerin adiliğinden olsa gerek. sonra bir gün adamla kavga ediyor kız.. adam buna ”orospusun işte bakire bile değildin” diyor ayrılıyorlar. 
kız adamın evinden ayrılıyor gidicek hiç bir yeri olmadığından o gece sokakta yatıyor. ertesi gün memleketine geri döndüğünde babasının ölmüş olduğunu öğreniyor bir tek halası varmış. halasında kalıyor 1 2 gün. halası okulunu bırakmasını istemediğinden ona bir anahtar ve bir adres verip istanbula geri yolluyor kızı. kız gidiyor buluyor çok eski bir binada ufak bir çatı katı hemen derliyor topluyor etrafı okuluna devam etmek istiyor yapamıyor. gittiği okulda çeşitli dedikodular yayılıyor kızın dayanamıyor bırakıyor okulunu çalışmaya başlıyor. ama kızın fazla güzel olmasından olsa gerek çalıştığı yerlerde hep tacize uğruyor ya da herkes ona pislikmiş gibi davranıyor. dayanamıyo kız günlerce evinden çıkmıyor daha sonra bir komşusunun yardımıyla düzgün bir işe girip çalışmaya başlıyor kız. birde babasından kalan ufak bir maaşı alıyor. çalıştığı yerde uyuşturucu kullandığını sanarak işten kovuyorlar kızı. şuan işi yok ne yapıcağı hakkında bir fikride yok. sadece 2 odalık küçük bir çatı katı ve küçük bi terası var evine gittik ben anlattım o dinledi o anlattı ben dinledim. 
anlatırken ağlamamak için tuttu kendini.  ama birilerine ihtiyacı vardı anlatacak birilerine. benimle konuşmanın iyi geldiğini söyledi. bu yazımda demek istediğim şey bazen hiç tanımadığınız biri size yıllardır tanıdıklarınızdan daha samimi daha cana yakın gelebilir. bu kızın hayatı beni o kadar etkiledi ki şurda anlattığınız aşk hikayeleriniz birden anlamsız kaldı gözümde. sırf ön yargılı zihinler veya pislik olan insanlar yüzünden hiç hakketmeyen biri hakketmediği şeyler yaşamış. bu saate kadar birlikteydik evime bıraktı beni ”sen nasıl döneceksin evine canım” dedim ”beni boşver” dedi. kardeşten öte gördüğüm insanlardan daha iyiydi annemden bile göremediğin sıcaklığı o 1 2 saatte hissettirmişti. sadece boktan şeylere üzülmekten vazgeçin çünkü hayatınız gördüğünüzden daha iyi durumda.

10 Eylül 2011 Cumartesi




kısa zaman önce kadının hayatın da bir adam vardı. garip bir şekilde tanıştı adamla kadın. bir şey onları bağladı birbirine.

kadınla,adam konuşmaya başladı araların da çok uzun mesafeler vardı.

adam, kadının yıllardır aradığı o kişiydi sanki onunla konuşmak bile o adamı yakının da hissettiriyordu

garip hissediyordu kadın. hayaller kurdular birlikte sevmediği şeyleri ona sevdirdi adam

kahve içmeyi mesela,kitap okumayı.. adam kadının hayatında ki tüm boşlukları dolduruyordu sanki

teker, teker yavaş, yavaş tüm hücrelerine işliyordu kadının

onu düşünüyordu kadın sokakta yürürken, vapura bindiğinde, gezerken..

onu düşünüyordu çünkü biliyordu ki onu düşünmek ona iyi hissettirecek.

artık birbirlerini tamamlamıştı adamla, kadın.. ikisi de birbirini istiyordu.

kadın bağlanmaktan korktu daha sonra canının acımasından korktu. uzaklaştı adamdan. adamın hiç ulaşamayacağı yerlere gitti.

belki de ikisi de aynı anlarda birbirlerini düşündüler, belki de merak etti adam onu, aradı belki de.

bilemezdi kadın. bilemeyecekti.. özledi onu geri dönmek istedi.

adama geri dönecekti kadın, ama ona ulaşamadı.. onu kaybetmişti tamamen. adam bütün izlerini kaybetmiştirdi.

kadın her zaman suçladı kendini belki de bencillik etmeseydi adam onun yanında kalacaktı.. bitmişti artık

hiç bir zaman ona rastlayamayacaktı. onun gibi biri hayatında olmayacaktı.

kadın hala kahvesini içerken onu düşünür. aklına gelir o adam. o öğretmişti o sevdirmişti çünkü

sıcak kahve boğazından geçerken damla damla yayılır adam içine ağlar kadın nedeni yoktur sadece ağlar..

ve kadın hala o adamın nerede olduğunu bilmiyor

kadın bencilliği yüzünden kaçırdı her anında mutlu olmasını sağlayan adamı

kadın hala kahvesini içiyor. oturdukları o aynı yerde, muhabbetlerinizi hatırlıyor

''iyi ki hayatım da olmuşsun'' diyor kadın.. biliyorum beni hissedeceksin..

-''iyi ki hayatımda olmuşsun''

6 Eylül 2011 Salı

Nedensiz sevgi

“Karşıdaki ufaklığı görüyor musun?
Ağlamaklı bir şekilde,
“Evet.”
“İşte o ufaklığın elinde tuttuğu şeker gibi seviyorum seni.Elimden alındığında ortalığı yırtacak gibi.Şimdi anlıyor musun seni neden bırakmadığımı?”
“Kavuşmamız imkansız Addy .Ailen bir fahişeyi,evinin kerhane olan bir kadını gelin olarak almamasına öfkeni anlamıyorum.Kim alır ki ? Ben kirli temiz geldim kirli gideceğim ve giderken seni de kirletmeyeceğim.Hayatımı verecek kadar seviyorum seni.Balıkların suya,insanların havaya,karıncanın toprağa olan aşkı gibi seviyorum seni.”

Tutmaktan terlemiş ellerini birbirinden ayırarak,fahişeliğe çıktığı satenden otuz santimlik eteği olan parlak taşlarla işlenmiş elbisesiyle ayağa kalktı.Rüzgarın kavurduğu sarı renkli peruk saçlarını dudaklarının arasından nazikçe alıp bıraktı.Koşar adımla uzaklaştı.Addy,asıl adı Kady fakat işe çıkarken kullandığı Danell ,Adaline , Sabrina isimlerinden birini seçerek arkasından seslendi.

“Adaline..! Ben hep buradayım.Seni bekliyorum.Seni bırakmaya hiç niyetim yok.”
Adaline yani Kady,arkasını dönmeden
“Benim gelmem ikimizin de sonu olacak.”
Diyerek köşede bekleyen beyaz renkli arabaya binerek uzaklaştı.
Addy,elinde tuttuğu rengi bozarmış plastik tokayı öptü ve yıldızlara bakmaya başladı.Düşünüyordu.Bir çare arıyordu.Kady’i o batakhaneden nasıl kurtaracağını,nasıl evleneceğini.Kady’in oradan ayrılışı kapıdan çıkmadan ölümüne sebep olacaktı.
Bilirsiniz aşk diye bir şey vardır.Tomurcuktur.Sevgi tomurcuğu.Her yüreğe düşer. Minik olan bu tomurcuk,su verildiğinde yani yarin bakışları serpildiğinde hızla kök salmaya başlar. Sıkıca tutunur oraya. Gün geçtikçe dallanır budaklanır. Hiçbir kuvvetin onu oradan söküp çıkartmaya gücü yetmez.

Addy  Kady’e öyle bir kök salmıştı ki kimse onu oradan çıkartamazdı. Kady bile bunu yapamazdı Addy öyle seviyordu ki her şey onu hatırlatıyordu.Addy aşk denizine düşmüştü,boğulacağını bilerek.Kady’in onu bırakıp gitmesi,yanında da Addy’in kalbini götürmesi Addy’in sol tarafındaki boşluğun sızlamasına sebep olmuştu.Düşünüyordu.
Sonbaharda asılı duran bir yaprak gibiydi,soğuk bir rüzgar çarptığında savruluyordu.Savrulduğu yerden içini ısıtacak güneş ışığının gelmesini bekliyordu.Fakat o güneşin hiç doğmayacağını bilerek.
Gözünü açtığında sabah olmuş martıların çığlıkları beynini kemirmesine neden olmuştu.Yerinden fırlayıp bu olanların rüya olması için yalvararak etrafa bakındı ama o yoktu yani rüya değildi.

Aradan bir hafta geçmişti.Addy aynı bankta,aynı yerde sağ tarafta oturmuş,solundaki boşluğu dolduranın gelmesini bekliyordu.Hala gelen giden yoktu.
Sabah didik didik ettiği sokakları yeniden arayıp her taşın altına bakıyordu.Sonunda aklına o yer geldi.Kady’in çıkamadığı batakhane.
Kapısına geldiğinde iri yarı bir adam ve kokoş bir kadın duruyordu.
“Ooo,buyurun efendim.Nasıl bir kız istiyordunuz.Yeni gelen mallarımız da var. Sizin sıkılmanıza fırsat vermeyecekler emin olun.” Deyip iğrenç bir kahkaha atıp,kırmızı dudaklarına rujun bulaştığı sigarasını götürüp bir nefes aldı.
“Aslında ben Nermin’e bakmıştım.”
“Kady mi ?”
“Evet asıl adı Kady fakat genelde Adaline diyorsunuz sanırım.”
“Aaa evet Kady,Şimdi hatırladım.”
“Peki nerede ?”
Kady yok fakat daha iyi kızlarımız var bana güvenin.”
“Ben Kady’i istiyorum.”

“Üzgünüm.Kady geçen çıktığı geceden beri ortalıkta yoktu.Öldü diyorlar.O yüzden bizde peşine düşmedik.Kady gibi olan kızlarımız da var.”
Addy,ayrı ayrı duyguları yaşıyordu.Arkasını döndü ve yürümeye devam etti.Sevgi,hüzün,mutluluk beraber aynı anda kalbine baskı yapıyorlardı.
“Beyefendi.Bakar mısınız? Nereye ? Kady gibileri de var.Hey..! deli mi ne”
Arkadan vuran ay ışığının önünde oluşturduğu gölgesine basarak ilerliyordu.Kalbindeki ağrıyı kendi üzerine basarak dindirmeye çalışıyordu.Daha sert daha da sert basıyordu sol tarafına.Olmuyordu.Gözlerinden akanlar yanaklarını acıtıyordu.Göz yaşlarının izlediği yollar sızlıyordu.
Bankın aynı köşesine oturmuş hiç dolmayacak olan boşluğa elini koymuş karşıya bakıyordu.Sokaklar boşalmış.Amaçsız yaşayan insanlar evlerine çekilmişti.Gün içinde telefon görüşmeleriyle sağırlaşan kulaklar,bilgisayarlara bakarak körelmiş gözler,kalemleri tutarak morarmış ellerini de alıp çekilmişlerdi haram lokmaların,sinsi fikirlerin doğduğu evlerine.
Yıldız kaymıştı aynı anda bir damla göz yaşı dizine akmıştı.Yıldızın kayarken geride bıraktığı ışığın yavaş yavaş kaybolması gibi eriyordu Addy.Kady’in gidişi parıltılıydı geride bıraktığı da.Fakat Kady’in gökte kayan yıldız gibi nereye gittiğini nerede olduğunu bilmeyişi Addy’in yavaş yavaş kararıp kaybolmasına sebep oluyordu.O nasıl bir acıdır ki nefes almasını engelleyen.O nasıl bir duygudur ki göz yaşlarının aktığını bile hissetmemesine sebep olan.
Addy ayağa kalkıp karşıda ki Nermin’in saatlerce gözünü kırpmadan baktığı en büyük en parlak olan yıldıza bakarak.
“Kady,duy sesimi,duy sesimi ne olur bitanem duy..! Seni ölümüne seviyorum derken yalan söylemeni beklemiştim.Neden gittin neden beni bıraktın haa..!

Ben sensiz yaşar mıyım Nermin ? Nerede benim güneşim,nerede benim ışığım,nereye kayboldun. Kalbimi alıp nereye gittin.” Diye haykırarak ağlamaya başladı.
Biz istemesek de hayatımıza giren ve çıkanlar vardır.Hiç gereği yokken girerler hem de.Birden bire girerler ve asla gitmezler.Aslında sen öyle sanırsın asla
gitmeyecek diye düşünürsün.Günlerin onunla nasıl geçtiğini anlamazsın bile.Hiç gereği yokken haftanı,aylarını,yıllarını alır senden. Tamamen sana hükmeder.Ve hiç gereği yokken çekip giderler.Nermin’in gittiği gibi.
Zaman geçtikçe gazetelerde vahşice katledilmiş bir hayat kadınından bahseden gazeteler çıkmaya başlıyordu.Manşetlerde Hayat Kadınının Sonu yazıları süslenmiş gazeteler basılıyordu.Son gecesinde alması gereken fiyatın en azını aldığı gerekçesiyle karşı çıkması yüzünden vahşice kastedilmiş olduğu yazıyordu.
“Geçtiğimiz hafta Salı günü yaşanan acımasızca ölümün ardında kalan sır perdesini aralıyoruz sayın seyirciler.Salı gecesi 00:13 de olan cinayeti işleyen A.Galen polise verdiği ifadeye göre hayat kadınının istediği paranın fazla olduğunu kendisinin içkili olduğunu ve çabuk sinirlenen bir yapıya sahip olduğunu hayat kadınının o parayı almaktaki ısrarı üzerine bu cinayeti işlediğini açıkladı.Hayat kadınının çalıştırıldığı yer tespit edilip çalışanların da alınan ifadelerine göre öldüğünü tahmin ettiklerini ne zaman ve kim tarafından olduğunu bilmediklerini söylediler.Kurbanın çantasında bulunan eşyaların arasından mektuba benzet bir kağıtta “seni seviyorum/Addy” yazılı bir kağıt bulunduğu açıklandı.” Televizyonlardaki bu haberlerle ruhu artık uyuşmuştu Addy’in,sanki acıyı artık hissetmiyordu.Her gün o banka gelip oturur o yıldız çıkana kadar bekler onunla sanki Nermin’e diyormuşçasına konuşup giderdi.Nermin’in hayat kadını olması onun umrunda bile değildi.Gözlerine baktıkça tertemiz kalbinin yansımasını tüm parlaklığıyla görüyordu,aynen yıldıza baktığında gördüğü gibi.Nedensiz sevmişti. Şairin dediği gibi;
Nedensiz ve sebepsiz sevdim seni,
Belki de bir nedeni olsa,aşk olmazdı bunun ismi.
Nedensiz ve sebepsiz sevmekti Addy’in ki,peki sen hiç,sol tarafın yokken yaşamayı düşünmüş müydün ?

2 Eylül 2011 Cuma

Hitap şekli konusunda kararsızım

 
Bugünkü konum Bülent Ersoy. Nasıl hitap edeceğimi bilmiyorum. Garip. Bülent hanım mı? Bülent bey mi? Top mu? Ne dicem lan? Ne diyeceğimi düşüne durun siz, ben konuya akıyorum. Yüzündeki boyalarla bizim 3 katlı ev garanti boyanır abi. Kaç ton makyaj var. O değil de ne kadar çok makyaj yaparsan yap affedersiniz ama hiç bir boka benzemiyorsun şekerim. Gerçi o tonla makyajı yapmadığın zaman da ne olduğunu seçemiyoruz. Bir de 24 yaşında sevgilin varmış. beynini mi aldırmış lan o? Gerçi o da haklı milyoner karı. Bir yüzüğü uçak almaya yetiyor. Paranın gözü kör olsun. İmkanım olsa abime yapar tüm sülaleyi milyarder yaparım. Neyse Bülentcim onu beş vakte yollar 2012 modelini yani 18 alır. Onunla sevişilmez de lan. ı
Iyy düşüns... Düşünemedi.. Bu yazımı görmeni istemem zira hayata küsmeni istemiyorum. Daha 18likler var. Onların olmasıyla beraber Castin ferrarisi ile kaza yapmış. Ben diyorum ki yazımı gördü bundan sonra oldu bu. Hızla uzaklaşayım derken. Neyse Bülentcim kendine iyi bak bye.
Gelen -ve dolayısıyla giden- herkesin bana bir şeyler öğreteceğinden emindim başlarda. Annem bana konuşmayı öğretmişti, babam susmayı öğretti. Sonra yürümeyi öğrendim. Yürüdüm. Annem ya da babam olmayan birine.

Annemin ya da babamın olmadığı bir yere.

Bir adam bana düşmeyi öğretti.

Başıma gelen her şeyin gelip gideceğini düşündüm. “Zaman her şeyi geçirir.” dediler, inanmayı öğrendim. Sadece inanıyordum. Sadece inanarak büyüdüm.

Büyüdüm ve küfretmeyi öğrendim. Her şeye küfretim. İnanırken küfrettim. Düşünürken küfrettim. Yürürken küfrettim. Annemle babamın bana öğrettiği her şeye küfrettim. Tanrı’ya küfrettim. Bana düşünmeyi öğretmemeliydi. Kızgındım ona. Kızarak büyüdüm.

Hayatım boyunca koştum. Nefesim kesildi. Terliyken su içtim. Hastayken dondurma yedim. Annemin bakmaya mecbur olduğu küçük kızından fazlası değildim. Daha fazla önem arz etmeye çalışmadım. Kabullenmeyi öğrendim. Sıkıldım. Nefes aldığım sürenin büyük bir kısmını aldığım nefesten bile sıkılarak geçirdim.

Hayatıma girecek herkesin bana bir şeyler öğreteceğini düşündüm. Tanrım, düşünebiliyor olmamdan sen sorumlusun.

Bir adam bana düşmeyi öğretti.

Ve basit, düştüm. İnanmak kolaydı. Karşı çıkmayı öğretmemişti annem bana çünkü ona karşı çıkmamdan korkuyordu.

Ve düştüm.

Düşerek büyüdüğümü düşündüm.

Aslında sadece yıpranıyordum.

Her şey sen

 

-Hayır dedim hayır olmamalı bu olmamalı.

Bu dediklerin çok gürültülü. Buna dayanamıyorum.

Ayrılığı bileklerim de hissediyorum diyorum. Sanki bileklerimdeki kan kesiliyor. Saçmalama diyor. En iyisini bulacaksın...
-Evet bilirim hep en iyilerini buluruz zaten değil mi? Ağzıma sıçarsın ve en iyisi dersin. Hayır en iyisi yok.  En iyi olsaydı ayrılıklar olmazdı.
-Seni anlamıyorum.
+Beni anlamanı istemiyorum.
-Hoşçakal.
+Gitme.

Depresanlar, uyku hapları uykusuz geceler göz yaşları.

Uyanıyorum. İnsanlar yüzüme bakıyor. ”Her şey düzelecek diyor” etrafımdakiler.

Onlara bağırmak istiyorum.

Düzelmiyor, düzelmemeli!

Yapamıyorum..

İnsanlar her şey normalmiş gibi geziyorlar etrafta. Yüzlerine bakamıyorum. Bakarsam eğer onu görücem biliyorum. Hepsi onun gibi gülüyor. Onun gibi kokuyorlar. Onun gibi her şey. 

Sanki içimde bir şey var ve bütün her şeyi yıkıp geçiyor.
”En iyisi yok” diye tekrarlıyorum içimden. ” En iyisi hiç bir zaman olmadı ”.

"İyi misin?" diye soruyor tanımadığım bir adam. Yüzü onun gibi. 

Değilim.

Ben seviyor gibi gözükmek istemiyorum sadece sevmek istiyorum.

1 Eylül 2011 Perşembe

Bitmeyen Hikaye


hiç bitmeyen bir hikayem olsun istiyorum
ama o kadınla o adam hep ayrılıyor.
bir adam için, bir kadının elbisesinin eteklerinden dökülen o hayatı yaşamak zordur,
eminim.
ve hiçliklerin somutluğunda,
tekrar karşılabilecekleri yeni bir hikaye yazmam gerek.
eğer burdaysam, büyüyorum. yani, eğer burdaysam her an biraz daha ölüyorum.
susmanı istiyorum diyor bir kadın sevdiği adama. yağmur duruyor, rüzgar duruyor, evren susuyor.
- susmanı istiyorum çünkü konuşursan daha çok birikirsin içimde.

31 Ağustos 2011 Çarşamba

Sahi aşk nedir?

Yürüyordu.kalbinin atmadığını hissettiğinde olduğu gibi yürüyordu.Etrafında uçuşan martılar ve yanından geçen çocuklarla birlikte.Martıların ağzında bir parça simit,yüzlerindeki mutluluğun verdiği bir tebessümün olduğunu görüyordu.Umutsuzdu.Her zaman ki gibi umutsuzdu.Yürürken düşünüyor,kimi zaman ağlıyor bir yandan da martılara bakıyordu.her zaman ki gibi aynı banka oturup yük gemilerinin geçişine bakmak istedi.Çünkü o gemiler sırtlarındaki yükü atmaya gidiyordu.Denizin efendisiydi.Önünde uzun bir ufuk çizgisi..yağmurdan rengi bozarmış bankta oturup şehrin gürültüsüne rağmen her şey den baskın olan yalnızlığın sesini dinliyordu.İnsan nasıl olabilirde bu kalabalıkta kendini yalnız hissedebilirdi ki..

-Sonra bir şey oldu ve aklına o geldi..

Onu seviyordu ama senin haberin yoktu saçlarını izliyordum uzaktan..güldüğün zaman karşıya bakardın ..kalbime sığmıyordu aklımdan geçenler duvarlara kaldırımlara çarpıp geri dönüyordu büyüyerek…diyordu esinin kalbi..ama bunu itiraf edemiyordu.keriminki de farklı değildi ki..kalbi acıyordu,ağrıyordu oda seviyordu ama kendine bile itiraf edemezken nasıl söyleyebilirdi ki.. rüzgarın onun tenine değişini kıskanıyordu.saçlarını uçuruşunu deli gibi kıskanıyordu.ayağına değen taşı kıskanıyordu.seviyordu.değişik bir bağlılıktı bu. Onunla olmak istiyor bir yandan da ona bakmaya kıyamıyordu işte ama yine görmek istiyordu, seviyordu.tarif edemiyordu nasıl bir bağlılık olduğunu.o yırtık elbise,ayağında yıllanmış bir ayakkabı ve saçları iki taraftan örülü kirli bir kıza aşıktı.biliyordu o kirli görüntünün ardında tertemiz bir kalp olduğunu.yumuşacık bir kalp olduğunu..Değişik bir bağlılıktı bu.

Sahi aşk nedir ki delice bağlanmak mı? Uğruna canını bile feda mı edebilmek? Sen bakmaya kıyamazken başkalarının çiğneyip geçmesi mi? Nedir ki aşk..?

30 Ağustos 2011 Salı

Adam gelmeyecekti

Beklediği adamın gelmeyeceğini biliyordu kadın, ama yine de bekliyordu.
Belki daha iyileri gelecekti, belki daha alkolikleri, daha ilgilileri, daha çok uyuyanları, daha çok sigara içenleri, daha çok sevenleri, daha çok para harcayanları gelecekti.
Ama o adam gelmeyecekti.
Kapının kapanma sesinden belliydi adamın tekrar o kapıya gelmeyeceği,
bunu yalnız suratına çok kapı kapanmış kadınlar bilebilirdi,
yani adam bile bilmezdi.

Kadın perdeyi açık bırakmayı, ışıkları tüm gece yanık tutmayı,
evdeyim diyebilmek için elinden gelen her şeyi yapmayı düşündü.
- Gittiğin evdeyim, salondaki koltukta oturuyor, duvara boş boş bakıyorum.
Sonra kendisi de evi terk etmeyi düşündü ama bu zor olurdu.
yani, toplanmak, gitmek, her şey, her şey çok zordu tek başınayken.
Her insan böyle düşünür,
eğer yanında kimse yoksa uyumak, uyanmak, yemek yemek, ışıkları yakmak, perdeleri açmak bile çok zordur.
O da vazgeçti, hep yaptığı gibi.
Beklemeyi sevdiğini söyledi kendine, o bekleyecekti, kadın beklemeliydi ki,
adam geldiğinde kapıyı açacak biri olsun evde.

Ama adam gelmeyecekti...

Sadece bir umut

Bir köşeye sinmiş oturuyordu. Yanına gitmeye korkuyordum. Adeta delirmıs gibiydi. Bir şeyler sayıklıyordu. Anlamını bilmediğim bir şeyler. Bir tek 'bir umut sadece bir umut' dediğini duydum.ne umuduydu?deli gibi merak ediyordum. Ah bir konuşsa kim bilir neler anlatacak. Ne derdi vardı?

Yavaşça yanına gittim ve ' bir umut olsa herşey yoluna girecek miydi?' dedim. Yüzüme baktı ve; bir umut verseydi... Dedi ve sustu. Bir umut verseydi ne olacaktı? Kendime bu soruyu sorup duruyordum.

Adeta kapalı bir kara kutuydu.o kutuyu açmak uzun zaman alacak gibi duruyordu. Bir den yanıma geldi. Üstü başı dağılmış, saçları kirlenmiş yüz yıldır yıkanmıyordu sanki. Elinde sigara ve alkol. Bir türlü bırakamadı onları. Hem içiyor hem anlatıyor.'onu amk seviyordum ama o lanet olası sürtükle gitti. Evet gitti. Bekledim. Senelerce bekledim. Bir 'umut' arar diye. Sadece bir umut. Ama aramadı. Kahretsin ki aramadı.

Umutlarım git gide azalıyor. Onu çok seviyorum.

-sihirli cümleyi söyledi. 'onu çok seviyorum'. Bazen aşk çok acı cektirse, karşılıksız ve kafa sikici olsa bile yaşamaya değerdir. Eminim.

Hikayenin Sonu


kaldırımlardan fahişeler yürüyor, biraz ilerde bir adam yere oturmuş sigara üstüne sigara yakıyor, başka bir adam dükkanından çıkıp sağa sola bakıyordu. O, bu gecenin ümitsizlerine, kırıklarına, üzgünlerine ve terk edilmişlerine raslamak istiyordu. Çünkü dükkanı ağzına kadar alkol doluydu.

Alkol Adamı, soluna bakınca beni gördü. az sonra müşterisi olacağımdan emin bir tavırla gülümsedi hafifçe ve içeri girdi, içimdeki karmaşadan zevk alıyor gibiydi. algılarım tamamen bunlarla doluydu, bir de midemde bile hissettiğim soğuk vardı.

buraya nasıl gelmiştim, buradan nasıl gidecektim? daha da önemlisi burası neresiydi? hiç bir şey düşünmeden sigara içen adamn yanına doğru yürüdüm. evsiz birine benzemiyordu, üstü başı iyi gibiydi. ama beni bunlardan çok bir sigarası daha olup olmadığı ilgilendiriyordu. az sonra sigaraya başlayacaktım.

- oturabilir miyim, dedim. eliyle yeri gösterdi.
- taşın soğuğuna dayanabileceksen neden olmasın, dedi.

oturdum, taş gerçekten de soğuktu.

- bir sigaran daha var mı, diye sordum. hayatımda ilk defa böyle bir şey yapıyordum.
- sen sigara içmiyorsun
- bunu nasıl anlayabilirsin ki?
- bilmem.
- pekala, ne fark eder ki. içeceğim o halde.

umursamıyordum, hissettiğim tek duygu umursamazlıktı. o bu arada cebinden bir paket çıkarttı, çakmağıyla beraber bana uzattı. bir sigara yaktım.

- bir evin var mı, dedim.
- bunu neden soruyorsun?
- evsiz birine benzemiyorsun.
- evsiz biri değilim.
- öyleyse?
- bu gece burda yatma fikri hoşuma gitti.

sustum, susuyordum. adamın ses tonu güzeldi. benimse makyajım akmıştı, onunla başa çıkamazdım.

- son bir şey daha sorup gideceğim.
- evet?
- nerdeyiz?
- bilmiyorum.

ayağa kalktım, bu sırada o yeni bir sigara yakıyordu. sigara için teşekkür ettim oysaki gezegendeki tek bir insan bile nezaketi düşünmüyordu şuanda. Alkol Adam’a istediğini vermek istemeyerek ters tarafa doğru yürümeye başladım.

ileride deniz vardı, bir anayol, daha renkli yerler, daha çok fahişe vardı. yolun karşısına geçip bir banka oturdum. orada ne kadar süre oturduğumu bilmiyordum ama güneş doğuyordu. insanlar yavaş yavaş işlerine gidiyolardı. her şey en monoton haline geri dönmüştü.

hikayenin sonuydu, bense yeni uyanıyordum.

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Rüyalarım güzeldir

Bu sana yazdığım kaçıncı mektup bilmiyorum. Bu sana gönderemediğim kaçıncı mektup.
Nerede yaşadığını bilsem, belki kalkıp sana gelirdim.
Bir sabah. Bilmiyorum.
Adının ne olduğunu bilsem, belki sana aşık olurdum.
Bir akşam. Bilmiyorum. Biz yıldızları sayarken olabilir.
Ama hayır, şimdi sana aşık değilim. Hissettiklerim aşk değil.
- Bazı kelimelerin fonetiği çok güzel ama söylerken canım yanıyor.
Masanın üzerinde kahve lekeleri vardı. Tanrısal duruyolarlardı. Çizilmiş gibilerdi. Güzellerdi. Farkında değildin. Bir şeyler iyi gitmediğinde yalnızca tavanı izliyorsun, buna üzülüyorum.
Yağmur damlaları pencereden biri izliyor olabilirlerdi. Olmayabilirlerdi de. Hayat senin için zordu, sen üzülüyordun, ben korktum. Durum buydu.
O gece çok yıldız vardı, hatırlarsın. Ama sabah olması gerekenden daha soğuktu hava. İkimiz birlikte, evrene karşı çıkıyorduk. Çok yıldızlı gecelerin sabahlarını soğutuyorduk. İnsanlığa oldukça faydalıydık. Biz. Birlikte, tüm suçu üzerimize alıyorduk. Dünyayı sorumluluklarından kurtarıyorduk.
Merhaba. Ben Elvan.
Rüyalarım güzeldir.
Hoşçakal.

Bakışlarımdı belki de acılı olan

Aynalar. Bazen sadece çok korkutuyorlar.
Kırmak istiyorum. Ayna, cam. Ne varsa. Hepsini, her şeyi kırmak istiyorum.
- Hayır, kalbini kırmak istemem. -
Korkuyorum. Duvarlardan bile korkuyorum bazen.
Evren koskoca bir canavarmış ve sanki beni yutmak için yaratılmış gibi hissediyorum.
Evren. Onu hiç bir zaman sevemedim. Ona karşı hep şüphe duydum. Onu anlamayı hiç denemedim. Beni sevmesini nasıl beklerdim ki?
Tam salaklıktı.
Ve beni kimse uyarmadı.
Hayatları boyunca gözyaşının tadına bakmamış insanlar var Tanrım.
Lütfen, lütfen onlara yardım et.
Yardıma benden daha çok ihtiyaçları var.

Renkler. Beni boğuyorlar. Her şey siyah beyaz olsun istiyorum.
Boğulmak.
İstemiyorum.
Zor olurdu. Renkler tarafından boğulmak hoş olmazdı.
Kuşlar uçuyor. Kuşlar uyuyor. Kışlar geçiyor.
Kışlar. Bu oda. Duvarlar. Çok soğuk.
Bazen kafamı duvarlara vurmak istiyorum ama çok üşüyorum.
Kuşlar geceleri n’apar anne?
- Kuşlar uyuyor. Kar yağıyor.
Her kadın ağlar biraz. Ama bir de gözyaşlarının tadına bakanlar var. Evet. Her kadın ağlar biraz. Bu kadar.
Sadece çok ağlayana mutsuz derler, dünya böyle.
Galiba bakış acılarımı değiştirmeliyim.
Pardon. Bakış açılarımı.

28 Ağustos 2011 Pazar

Engeller aşılmak zorundadır

Sen yokmuşsun gibi devam etmek istiyorum ama olmuyor.
Bir şey beni buna çekiyor neydi bu?
Midem uyuşuyor,yemek yiyemiyorum,uyuyamıyorum..şarkılarda seni arıyorum.
Sen kimsin? Niye bana acı çektiriyorsun?
Hissetmemek için içtiğim uyku hapları fayda etmıyor.
Her gözümü kapadığımda seni görüyorum.
Canım yanıyor..
Yanımda olmadığın her an eriyorum, başkalarına göre kendime zarar veriyormuşum.
Öyle diyorlar.
Hayır zarar değildi bu. Hissetmek istiyorum sadece gittiğinde açtığın o derin boşluğu kapatmak istiyorum.
Sen gittiğinden beri herkes senin gibi konuşuyor senin gibi bakıyor bana.
Hadi ama bana bunu yapma
Önümden çekilir misin artık?
Hayatımı göremiyorum.