2 Nisan 2013 Salı

“Telefon”


“Öptüm canım” dedi telefondaki arkadaşım,”Görüşürüz” dedim. Telefon elimdeyken,”Canım” kelimesini tekrar duydum. Bir an sanki arkadaşım beni konuşmaya geri çağırıyormuş gibi telefona baktım. “Nerdesin sen?” sorusuyla, sesin karşı masadan geldiğini anladım. ” Canım”ı telefondaki arkadaşım bırakır bırakmaz karşı masadaki bayan almıştı. Pek bırakacağa da benzemiyordu. Konuşması boyunca bu kelimenin farklı versiyonlarını (canım yaa, canımsın, canım benim) defalarca kullandı. Konuşmanın sonunda bulunduğumuz yeri tarif ederek, “Bekliyorum canım” dedi. Telefonu kapattı. Yanındaki adam “Kim o?” diye sordu. O ana kadar mimikleriyle “canlar gelin bir olalım” sinyalleri yayan bayanın yüzü bir anda değişti. Önce dudakları bir memnuniyetsizlik ifadesi aldı, sonra eli “salla” anlamında bir hareket yaptı ve en sonunda ağzı açılarak o ana kadar kullandığı bütün “canım”ları kovalayan o kelimeleri çıkardı: ” Öfff yavşağın teki işte!” O kadar şaşırdım ki, ne yapacağımı bilemediğimden, bir an hala elimde duran telefona baktım. Tuş kilidini haber veren büyük anahtarı gördüm ekranda. Anahtar kaybolunca bayana baktım. Biraz önce telefonda canım bombardımanına tuttuğu insanın ‘yavşaklığını’ anlatıyordu. Canım seviyesinden yavşaklığa ani bir düşüş yaşayan o insan birazdan aramıza katılacaktı. Ve sanırım bu “yavşak” insan, buraya ulaşır ulaşmaz tekrar “canım” olacaktı. Canım sıkıldı…
Telefonlardan dalga dalga yayılan sevgiye her yerde rastlıyoruz. O gün bulunduğum mekanda, farklı masalarda yapılan telefon görüşmelerinde 4 adet ‘canım’, 2 adet ‘aşkım’ ve 2 adet ‘kuşum’ karşıdaki insanlara bir samimiyet tonlamasıyla gönderildi. Sadece İstanbul’daki bir kafede canlar, aşklar ve kuşlar havada uçuştuğuna göre, ülke genelinde korkunç bir sevgi sarfiyatı olmalıydı. Ben de az önce telefonda bir arkadaşımın ‘can’ı olmuştum. Karşı masadaki Bayan Canım’ın, telefonu kapatır kapatmaz sevgiden tiksintiye düşen suratını görünce bir an şüpheye düştüm. Acaba ben de birilerinin canı, aşkı ya da kuşu olduktan hemen sonra, aynı kişilerin geri zekalısı, salağı hatta yavşağı oluyor muydum? Konuşmasına ‘kuş’ yerleştiren mekandaki başka bir bayan, telefonunu kapatır kapatmaz yanındakine “Çattık.” deyince şüphelerim iyice kuvvetlendi…
İstanbul’da ilk yılımdı. Çok arkadaşım yoktu. Uzun zamandır İstanbul’da yaşayan bir iki arkadaşımın “mutlaka görüşelim” temennisini ciddiye alacak kadar yalnızdım. “Mutlaka görüşelim” in diyaloglarda boşluk doldurmak için sarf edilen temennilerden biri olduğunu biliyordum. Yine de, yaşadığım yalnızlık yüzünden, bu temenninin sahiplerini ara sıra arayıp onlarla buluşmaya çalışıyordum. Bir cuma akşamı evde oturmaktan sıkılınca Taksim’e gitmiştim. Boş bir masa bulabilmek için uzun süre dolandım. Tek kişi olduğum için Nevizade’deki tüm garsonların canı çok sıkkındı. Bir iki tanesi beni kenarlarında insan olan masalara oturtarak yalnızlıktan kurtarmak istedi. Reddettim. Sonunda bir masa bulabildim. Çevremdeki masalarda oturanlar gibi yeryüzüne dik değil, yaklaşık 10 derecelik bir açıyla oturunca, garsonun bu masaya oturmam konusunda neden ısrar ettiğini anladım. 10 derecelik açıyla baktığım garsona bir bira söyledikten sonra, belimin yukarısını ters açı vererek dik oturuyormuş gibi yaptım. Belim ağrıyınca vazgeçtim. Gelen birayı hızla içtim. Sıkıntım geçmiyordu, açılı oturmaktan yorulmuştum. ” Mutlaka görüşelim” diyen arkadaşlarımdan birini aradım. “Canım naber?” diye açtı telefonu. Konuştuk. Bir arkadaşıyla oturuyormuş. Sonra bir boşluk oldu. Sanırım, o boşluğu doldurmak için “Gel istersen” dedi. Hemen “Olur” dedim. Bulundukları yeri tarif etti. Derhal “Tamam” dedim. O aralar karşıdakinin telefonu kapatmasını beklemek gibi garip bir huy edinmiştim. Bekledim. Ağzı telefondan ayrılınca bulunduğu mekanın gürültüsü çoğaldı. Ortamdaki insan sesleri ve mekanda çalan Yaşar’ın “Nasıl ki evlerin odaları varsa” diyen sesi arasında, kısa bir an, bir ses daha duydum: “Yaaa”…
Arkadaşımın sesiydi. Sonra tüm sesler kesildi. Telefon bir süre daha kulağımda kaldı. Şaşırmıştım, ‘y’ harfinin yanı ba
şında uzayan ‘a’ sayısı durumu anlamam için yeterliydi. Yine de kafamda, duyduğum sesi tamamladım: ” Yaa aman yaa!”… Telefonu kulağımdan çektim. Sonra başka bir versiyonla sesi yine tamamladım: “Yaa öff yaaa!” Sonuç değişmiyordu. Tamamı ne olursa olsun, duyduğum ‘yaaa’ sesi, benim yanlarına gidecek olmamdan duyulan rahatsızlığın başlangıç sesiydi. Bir an ne yapacağımı bilemedim. 10 derecelik bir açıyla baktığım şu dünyada kendimi yalnız, itilmiş ve bedbaht hissettim. Açımı değiştirmeden hesabı istedim…
İnsanevladı, bazen sevdiği insanı bile görmek istemez. Normaldir. Ama bu durumun açığa çıkması pek açıklanabilir değildir. Beni istemeyen arkadaşımın çağırdığı yöne doğru yürüyordum, ama gidip gitmeyeceğimden emin değildim. Nevizade’deki canı sıkkın garsonların bazıları, boşalan masalar yüzünden sevecenleşerek beni yeryüzüne dik duran masalara çağırıyorlardı. Sevecen garsonların, aşırı alkolden Fatih Terim hakkında birbirine parmak sallayarak konuşan adamların, artık her söyleneni kahkahayla karşılayacak dozaja kadınların ve dünyaya yeni gelmiş gibi gözlerini kırpıştırarak, sürekli beyaz şarap içen turistlerin yanından geçtim. Hala çağırıldığım yere doğru yürüyordum. Yürürken aklıma başka bir ‘yaaa’lı versiyon geldi: ” Yaa bu da nerden çıktı yaa!”… İki ‘yaaa’ arasındaki bütün kelimeler aleyhimeydi. ‘Yaaaa’ ların arasına sıkışmış bir adam olmak istemiyordum. Gitmeyecektim. Mekanda belirmeyecektim. Mekana girince bana doğru ‘burdayız’ anlamında kalkan bir el görmek istemiyordum. Tuvalete gidince ‘hakkımda konuşuyorlar mıdır’ diye düşünmek ve tuvalet dönüşünde ‘geliyor sus’ anlamında hareket eden kaşlar görmek istemiyordum. Böyle iyiydi. Geri dönüp sevecen garsonlardan birine teslim oldum. Ve masamda dimdik oturdum.
O gün beni istemeyen arkadaşıma attığım mazeret bildiren mesajıma ” Ok. canım…” cevabını aldım. Telefonlarda ‘canım’, hayatın geri kalanında ‘yavşak’ olan adamınsa benim gibi işin iç yüzünü öğrenme şansı yoktu. Mekana geldiğinde kendisini “Naber canım” diye karşılayan Bayan Canım’ın yanaklarını öptü. Stratejik yerlere ‘canım’ serpiştirerek hararetle konuştular, ‘yavşaklık’ ortadan toz olmuştu. Bir ara Bayan Canım’a bir telefon geldi. Telefonu bu sefer “Aşkım naber?” diye açtı. “Aşkım” derken erotik bir dizaynla büzülen dudakları görülmeye değerdi. Telefonun ucundaki kişi, bu dudakları görse bambaşka hayallere dalabilirdi. Dalmışım. Bayan Canım’a bakmayı abarttığımı o da bana bakınca anladım. Rahatsız olmuştu. Kafamı derhal pencereye çevirdim. “Pardon canım” dedim içimden. “Çok pardon… Ben yavşağın tekiyim.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder