Kedi kalmamış. Çünkü bütün kedileri sevgililerine miyavlayan bir sürpriz yapmak için bazı adamlar almış. Piyasada tarçın kabuğu da kalmamış. Çünkü bütün tarçın kabuklarını sevgililer günü menüsüne sıcak şarap ilave eden sıcacık mekânlar almış. O sıcacık mekânlarda yer de kalmamış. Çünkü günler öncesinden bazı kalın sesli adamlar, bumekânlara telefon açıp, “İyi günler, rezervasyon için aramıştım” diyerek en güzel yerleri almış. Bugünlerde, geç kalanlar, “İçerde son bir masamız kaldı,” diyen bazı nazik sesli mekân çalışanlarını nüfuzlu sesleriyle etkilemeye çalışarak, pencere kenarına doğru kaymaya çalışıyorlarmış. Yazık ki çoğu, ilişkilerini pencere kenarına kaydıramayacak. Ve mekânın kapısı açılıp kapandıkça, sırtına soğuk vuran bazı kadınlar, erkeklerinin bu beceriksizliği yüzünden sorun çıkaracak. Erkek, arkası buz gibi olan sevgilisini ısıtabilmek için, pencere kenarında olmasına rağmen boş duran bir masayı garsona soracak. Garson, bu basit sorunun cevabını ülke genelinde çok sık kullanılan tek bir kelimeyle cevaplayacak: “Rezerve.” Sırtı üşüyen bazı kadınlar, zamanla (şarapla) bu dertlerinden kurtulurken, bir problemi sürekli tekrarlayarak iyice büyüten kadınlar içinse, erkekler ‘hadi kalkalım’ isimli başka bir çözüm üretecek. İşte bu ‘hadi kalkan’ çiftler, bilinmez bir maceradan (kapılarından dönülen bir iki mekân daha) sonra evlerine dönecek. Sevişebilenler, üşüyen sırtı unuturken; üşüyen sırtın üçüncü bir varlığa dönüştüğü ilişkiler, kavga sonrası yatakta sırt sırta dönecek. Bir sûre sonra bu hazin olayı arkadaşlarına anlatan bazı kadınlar, “sırt” kelimesi yerine, “göt” (götünü dönüp yattı) kelimesini kullanarak ilişkilerinin bir geceyle kurtarılamayacak bir evrede olduğunu itiraf edecekler. Ve çok hızlı değillerse, bir sonraki Sevgililer Günü’nde yalnız olduktan için sırtları üşümeyecek…
“Maalesef orkide kalmadı,” diyor çiçekçi. Boş boş çiçeklere bakıyorum. Özel günlerde çiçekçiler boşlukları hiç sevmediğinden hemen yeni bir teklif sunuyor: “Size kutuda bir gül verelim.” Kutudaki güle bakıyorum. Tabutta yatan bir takım elbiseliye benziyor. “Yok, istemem,” diyorum. Orkideler ve güllerden sonra son bir seçeneğim kaldı: Çiçek için verilen parayı ‘enayi parası’ olarak gören akıllı adamlar gibi papatya türü bir buketle ilişkimde bir kır havası yaratmam mümkün. Bunu yiyen ekonomik sevgililer var, ama aslında çiçek ucuz olunca eğrelti otlarıyla desteklenerek hacmen zengin gösterilen bu tür buketler, daha çok hastane ziyaretlerinde kullanılıyor. Hastalıklı bir ilişki istemediğim için, “Neyse, iyi akşamlar,” deyip çıkıyorum…
Her ne kadar, sevgililer günü yaklaşırken, ‘bir sevgililer günü yazısı yazacak kadar düz akıllı olsam da, bu tür özel günleri küçümseyen entelektüel bir ilişkiye sahibim. Sevgilimle aramda bu tür günlerde hediye almama konusunda, çeşitli platformlarda yer yer övündüğüm, gizli bir karar mekanizması mevcut. Böyle bir ilişkiye rağmen çiçekçiye girişimin sebebiyse biraz karmaşık. Bir iki defa beklenti içinde olmayan kadınların, hesapta olmayan hediyelerle, dudaklarının memnuniyet ifadesi aldığını ve sonra bu dudakların aralanarak, “Aaa çok tatlısın!” benzeri kelimeler çıkardığım gördüm. İnsan, bazen muhalefet ettiği şeylerin ortasına düşünce, ruhunda engelleyemediği bir genişleme oluyor. Hatta bu genişleme yüzünden, daha önce kıyasıya eleştirdiği İkea, Burger King, Avatar, İPhone gibi oluşumların bir neferi olarak mücadele etmeye ve onları kucaklamaya başlayabiliyor. İşte böyle bir duyguyla girdim çiçekçiye, ilişkimiz için bir hediye zorunluluğu olmadığı ve satıcıyla iletişime geçmenin üşengeçliği yüzünden de kolayca vazgeçerek, çıktım. Başıma gelecekleri bilsem, alışverişin sonu, kutuda ölü gibi yatan bir güle de varsa çıkmazdım…
Evde sevgilimle bu özel güne dair tek bir kelime etmedik. Normalde çiftlerin özel günler hakkında hiç konuşmaması, tepesinden bastırılan bir sürprizin habercisi olabilir. Ama bizim için böyle bir durum olduğunu düşünmüyordum. Zaten birazdan tıpkı bizim gibi Sevgililer Günü’nü önemsemeyen arkadaşlarımız gelecek ve bu gecenin sıradan olduğunu onaylarcasına hiçbir ritüel E gerektirmeyen buz gibi biralar içecektik. Geldiler, Kapı önünde bir yanağı öpüp diğerine geçerken 5 birbirimize “Naber,” dedik. Bu aşamada kapı önü ! faslının bitmesi gerekiyordu ama sevgilim, “Aaa beren yeni mi?” diye bir soru ortaya attı. Gelen n misafirlerin kafalarına baktım. İkisi de bereliydi. Berelerin hangisinin yeni olduğunu anlamam için berelilerden birinin cevap vermesi gerekiyordu. Bereli kız, şımarık bir çocuğun ses tonuyla, “Eveet, sevgilim aldı,” diyerek kendisine bere alan erkeğinin omzuna elini attı. Beresi eski olanla bir an göz göze geldik. Sanki “Oğlum hani Sevgililer Günü’nde hediye almak yoktu,” demişim gibi gözlerini kaçırarak, “Ya öylesine aldım ya,” açıklamasında bulundu. Normalde sefası sürülen ama bazı kişilerin yanında açığa çıkınca utanılan eylemlerin hiçbir işe yaramayan titrek açıklamalarını yapmaya çalışıyordu. Sevgililer Günü’nü yenidünya düzeni açısından irdeleyip sağlı sollu tokatlamamızın üzerinden henüz birkaç gün geçmişti. Aslında söyledikleriyle yaşadıkları arasında büyük farklar olan insanları yargılayan biri değilim. Çünkü ürettiğim sağlam teorileri, gündelik hayattaki yaşayışımla paramparça etmek konusunda öncü biri sayılabilirim. Problem, sevgilisine hediye alarak bir muhalefeti yıkması değil, sevgilisine hediye almayan beni, işe yaramaz ve kaba bir muhalefetle baş başa bırakmasıydı. Sevgilim her ne kadar Sevgililer Günü’nü önemsemediğini söylese de, bu bere sayesinde içindeki hediye isteyen kadını uyandırabilirdi. Aklıma kutuda yatan güller geldi. Keşke alsaydım diye düşündüm. Kutu gülümle dalga geçilmesi halinde, hediyemin ‘Sevgililer Günü’nün ölümünü anlatan bir performans olduğunu söyler ve böylelikle hem hediyeli hem de sakalı bir insan olarak bu işten sıyrılabilirdim…
Hediyesizler, düşüncesiz insanlar değildir. Bana kalırsa asıl düşüncesizler, ‘hediye vermeyenler” ortamlarda zor durumda bırakan ‘hediye verenleı’dh. İşte bakın, şimdi de bereli kız sevgilisine aldığı atkıyı gösteriyor. Sevgililer Günü, kışa denk geldiği için hediye olarak atkı, bere, eldiven gibi romantik örgülerle idare edilebiliyor. Ama mesela, bu anlamlı günün ağustos sıcağında kutlandığını düşünün; şort, terlik, tişört gibi romantik dokusu olmayan hediyeler sevgilileri zorlayacak ve belki de o zaman hediye alma oranı düşecekti. Salona geçiyoruz. Özel günlere önem vermediğini sandığım bu grup, hediyelerden konuşmaya devam ediyor. Bereli Kız, Atkılı’nın kendisine aldığı asıl hediyeden bahsediyor: Mini mini bir İran kedisi… Kedinin buruşuk suratını, nasıl da titrediğini, incecik sesini falan anlatıyor. Bira içerek gittikçe genişleyen bir gece yaşayacağımızı düşünürken, bereli, atkılı, kedili (yani nerden baksanız tüylü) bir gecenin içine düştüğüme inanamıyorum. Bereli ve Kedili Kız, “Sıcak şarap yapalım mı?” diye soruyor. Hemen, “Tarçın kabuğu yok bizde,” diye cevap veriyorum. “Fark etmez, tarçınsız da olur,” diyor. Kısa bir an boşluğa daldıktan sonra, sevgilisine dönerek, “Aslında kedinin ismini Tarçın koyabiliriz,” diyor. Atkılı benim baskım altında, “Olabilir,” diye mırıldanarak onay veriyor. “0 zaman kediyi şaraba da koyabiliriz” gibi kimsenin gülmediği bir espri yapıyorum. Sevgilim bana bakıyor. Bu bakışta bereleri özleyen, kedileri okşayan garip bir şeyler var sanki…
Gecenin ilerleyen saatlerinde, ben de sevgilimden bir hediye (kalem) alarak, ortamın hediye vermeyen tek insanı oldum. Sevgilim, özel bir gün olduğu için değil, içinden geldiği için aldığını söyledi bu hediyeyi. 0 an anladım Sevgililer Günü’nün içimize yerleştiğini. Ve hazır kalem de gelmişken, çatısını o gece kurduğum bu duygusal şiiri yazmaya karar verdim:
İRAN KEDİSİNE HOHLAMAK
Sevgilim ne istersin? 0 güzel parmağını sürtmen için bir İPhone alabilirim mesela ya da istersen kutsal hediye mabedi Accesorize’a uğrayabilirim. Buluşlu bir hediyeye ne dersin? Çok eski bir fotoğrafımızı taşıyan nefis bir Mudo Concept çerçevesi mesela… Belki sonra, ağır kumaş peçeteleri pıt pıt dudaklarımıza vuracağımız bir restorana gideriz. Ben kadehimin dibine konan şaraba onay verirken, sen benim bütün hayatımı onaylarsın. Sonra o büyük şaraplar dökülür kadehimize. Garsona “mersi’Merle teşekkür edersin. Ah garsonlar!
Tekleri kovalayan, çiftleri seven garsonlar… Garsonların gözetiminde bir aşkı büyütürüz böylelikle.
Sevgilim ne istersin? Sana avuçlarımızda dolanan mini mini bir İran kedisi alayım mı? Miyavladıkça aşkımıza ses veren bir İran kedisi… Ama sevgilim ben biraz yorgunum. Sana üşüyen kedilere hohlayan yeni bir sevgili alayım mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder